Menü |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
büyüt küçült
|
DİN - DİNDAR
Din bir yaşama biçimidir. İlahi kanunlar manzumesidir. Dinler yaşamanın
faziletlerini ortaya koyan ceza ve ödül kavramını sık sık kullanırlar. Böylece
belirli bir dinin mensubu olarak görünen kişi, o din ile aralarında ilköğretim
öğrencilerinin öğretmenleriyle kurduğu ilişkiler türünden bir ilişki
geliştirir.
İlköğretim öğrencilerinin çoğu, bilgiyi bilgi olduğu için öğrenmek istemezler.
Ödevlerini bilgiye önem verdikleri için yapmazlar. Çocuk, henüz o yaşta bilgiden
çok öğretmeni tarafından takdir edilmek, öğretmeninin gözüne girmek, ondan
aferin almak için “iyi öğrenci ” olmaya çalışır.
Kendilerini dindar gören ve iyi bir dindar olmak için davranan insanları
yakından gözleyin ve neler söylediklerini dinleyin. İlahi muhasebeciyle oldukça
sıkı bir alışveriş ilişkisi içinde olduklarını görürsünüz.
Neyin sevap olduğunu, ne kadar sevap olduğunu, neyin ne kadar günah olduğunu, bu
kadar sevap biriktirirse nelere layık olduğunu, ne kadar günahı olursa, öbür
dünyada başına neler geleceğini hesaplayanları kastediyorum. Bu tip dindarlardan
iyi tüccar çıkar. Çünkü tüm düşünceleri çıkar bilinci içinde yapılmıştır.
Herhangi dindar geçinen biri, sakalı, giyinişi, yürüyüşü, konuşması ile hep “ben
dindar bir adamım” mesajı vermektedir. Bu kişi, bir gün tanıdığı birinin
arkasından atıp tutuyor. Yaptığı günahı bir kere hacca gitmekle affettireceğini
düşünmektedir.
Dindar geçinen kişi, dini faaliyetlerini, yani ibadetini, güzel davranışlarını,
bu dünyada veya öbür dünyada elde edeceği bazı kazançlar için yapıyorsa, bu kişi
nesnel egosu ile hareket ediyor demektir. Örnek: Fakire sadaka yahut zekat veren
birini düşünün. “Neden sadaka ya da zekat veriyorsun?” diye sorduğunuzda “Vermek
sevap, vermemek günah” diye cevap verdiğini düşünelim. O zaman soru “Neden sevap
kazanmak istiyorsun?” veya “günahtan kaçınmak istiyorsun”a dönüşecektir. Bu
soruya “Çünkü cennete gitmek istiyorum veya cehenneme gitmek istemiyorum” gibi
bir cevapla karşılaşabilirsiniz.
Tabii samimi dindarların niyetleri ve hayata yaklaşımları son derece farklıdır.
Samimi dindar, Allah’a hizmet sorumluluğu içinde hayatına yön verir. Yani
dindarmış gibi dindar, fakire sadaka verirken sevap, cennet çıkarı içinde
güdülenirken, gerçek dindar, “insan kardeşinin ıstırabını kendi ailesinin resmi
olarak görür ve hayatın bütününe hizmet etmeden, kendi hayatının anlamının
olamayacağını bilir.” Gerçek dindarın sadaka verişi farklıdır. Dindarmış gibi
dindar “Sadaka vermeden önce vereceği parayı üç kere başının üstünden
geçirebilir. Başımın gözümün sadakası olsun” gibi laflar mırıldanabilir veya
benzeri şeyler yapabilir. Sadaka verirken, sadaka vermek kendisi için ne çıkar
sağlayacak, onu düşünür. Çünkü bu bilinçle güdülenmiştir.
Gerçek dindar “Bu insana nasıl hizmet edebilirim” diye düşünür. O nedenle samimi
dindar sokakta Allah rızası için… diyenlerden ziyade, onları dilenmekten
kurtaracak bir yardımı daha anlamlı bulur. Fakir bir ailenin okumaya çalışan
yetenekli çocuğuna hiç karşılık beklemeden yardım eder. O çocuğun gelişmesinde
kendisinin de bir sorumluluğu olduğunu görür. Bir kediye yardım eder, kuşlara su
verir, trafikte karşıdan karşıya geçmek isteyen bir yaşlıya sevap günah
düşünmeden yardım eder.
Ama çevremize baktığımızda, sanki dindar geçinenlerin, görünüm için dindar
olduğu izlenimi var. İçinde bulundukları cemaate sanki “Bakın, benim şalvarım,
sakalım, türbanım, yeleğim, ceketim hatta yüz ifadem tam bir dindar görünümünde”
der gibi.
Samimi dindar, bu tür gösterişlere itibar etmez. Bizdeki tasavvuf düşüncesi,
ceza ödül sistemini düşünmez. Rabia Hatun “Allah’ıma hizmetimin karşılığında
ücret bekleyen bir işçi gibi hizmet etmek istemiyorum. İster cennete atsın,
ister cehenneme atsın, umurumda değil. Neyi uygun görüyorsa hiç itiraz etmeden
oraya giderim. Yeter ki O’nun sevgisinden mahrum kalmayayım” der. Bir insanın
içten olup olmadığını anlamak için onun niyetini bilmek gerekir. H. A.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
| | |