İlköğretim dönemi çocuğun aile ortamından çıkıp
dış dünyaya açıldığı, toplumsal çevreye iyice karıştığı çağdır. İlköğretim
birinci kademeyi içine alan bu dönem, ergenliğin ilk belirtilerinin
başlamasıyla, 12. yaşta son bulur.
Ruhsal gelişmesi yolunda giden ve okula başlamış
bir çocukta, cinsel kimlik iyice belirmiştir. Kızlar kız özelliklerini, erkekler
erkek özelliklerini ana-baba ile özdeşleşme sonucu kazanmışlardır.
Bağımlılıkları azalmış, anneleri dünyasının ekseni olmaktan çıkmıştır. Bütün
günü evden uzakta, ya dışarıda, ya da okulda geçirebilirler. Konuşma yeteneği ve
sözcük dağarcığı çok gelişmiştir. Zaman, sayı, uzay kavramları yerleşmiştir.
Hayalle gerçek daha kolay ayırt edilir. Somut düşünceden soyut düşünceye geçiş
başlamıştır.
Bu çağ çocuğu, oyun çocuğu gibi canlı ve
hareketlidir. Kabına sığmaz, sürekli olarak bir işle uğraşır. Eve girer çıkar,
hep bir şeyler getirir götürür. Artık oyunları sokağa ve çevreye kaymıştır.
Kız ve erkek çocuklar da kendi aralarında kümeleşerek oynarlar. Bu yaş
çocukları durmadan yeni bir şey denemek, beceri kazanmak, üstünlük göstermek
isterler. Övünmeye bayılırlar. Yaşıtları ile hem arkadaşlık kurmak isterler
hem de onlar arasında bir beceri ve yetenek üstünlüğü ile sivrilmek
çabasındadırlar. Pul biriktirme, şeker ve cikletlerden çıkan resimleri
saklama merakı bu yaşlarda ortaya çıkar. Birbirinin sıskalığı, şişmanlığı ve
kusurları ile alay etme çoktur. Başkasının güçsüzlüğünü, eksiğini bulup
çıkardıkça, kendilerini daha güçlü görürler. Öğretmenin gözüne girmek,
sivrilmek ve üstün görülmek için aşırı bir çaba içindedirler. İzcilik gibi
beceri artıran, serüven gereksinimini doyuran uğraşlara yönelirler.
Resimlendirilmiş öykülere, mizaha merak sararlar. Duydukları öyküleri, fıkraları
ana-babaya anlatmaktan hoşlanırlar. Toplumsal konulara ilgi duymaya başlarlar.
Bu yaş çocuklarının bir başka özelliği de
kız-erkek olarak kümeleşmeleri ve oyunlarının buna göre ayrılık kazanmasıdır.
Erkek çocuk kızlar arasına karışırsa yeni kazandığı erkek kimliği zayıflamış
gibi bir kaygı içindedir. Erkekler, kızları çıtkırıldım, şımarık ve sulu gözlü
bulurlar. İlköğretimin 2.3. sınıfında bir erkek öğrenci, bir kız öğrenci ile
yan yana oturmak istemez.. erkeklik gururu incinir; üstelik alay konusu
olabilir. Aynı duyarlılık kızlarda da vardır. Onlarda erkekleri kendi aralarına
almazlar. Kümeleşme ve karşıt kümelere ayrılma kendi aralarında da görülür. Bu
çağda başlayan en önemli değişiklik çocukta cinsel ilgi ve merakın yatışması ve
sönmesidir.
Okula başlayış, ailenin yaşamında çocuğun
konuşması, yürümesi gibi önemli bir aşamadır. Okula başlama çocuk yönünden
belirli bir olgunluk gerektirir. Çocuk altı yaşını bitirdiği halde, öğrenim için
yeterli zeka düzeyine ulaşamamış olabilir. Zekası yeterli olan bir çocuk da
ruhsal bakımdan evden kopabilme olgunluğunu gösteremeyebilir. Böyle çocuklar
için okula gidiş öyle mutlu bir olay değildir.
Özellikle oyun ve arkadaşlıktan uzak tutulmuş, dışarı çıkarılmamış çocuklar için
evden ayrılış ürkütücüdür.
Okula korkuyla giden ve okulda evi düşünen bir
çocuğun, kendini okuma ve öğrenmeye vermesi pek kolay olmaz. Ayrıca arkadaş
içine karışmak, birlikte oynamak ve arkadaşlık kurmak güç olur. Okul bir bakıma
evde kazanılan eğitimin sınandığı bir yerdir. Çocuğun okula uyumu, ana-babanın
çocuk yetiştirmedeki başarılarının bir ölçüsüdür. Eğitim ve öğretimde iyi bir
başlangıç, çocuğun gelecek okul yıllarını olumlu yönde ve kalıcı olarak
etkileyebilir.
Öğrencinin ilköğretmeni özellikle ilk yıllarda,
çocuğun ana-babasının yerini tutar. Bazı konularda ana-babadan da önemli bir
yeri vardır. Bu yaşlarda ana-babanın da yanılabileceğini görmeye başlayan
çocuk için öğretmen, her şeyi bilen, hiç yanılmayan insandır. Öğretmenin
beğenisini kazanmak, ondan aferin almak, çocuğun en sevindirici ödülüdür.
Okul öncesinde babası gibi avukat ya da doktor olmak isteyen pek çok çocuk,
okula başladıktan sonra en çok öğretmen olmayı ister. Öğretmen iyi örnek olduğu
durumda çocuk özdeşim sürecini daha pekiştirir ve geliştirir. Çocuk öğretmeninin
öğrettiklerinden çok kişiliğine duyarlılık gösterir. Doğal merakı yanında,
öğrenimini kamçılayan, hızlandıran itici gücü öğretmeninden alır. Öğretmen
ile öğrenci arasındaki olumsuz ilişki çocuğun öğrenme istek ve çabasını
köreltir. İyi öğretmen, her şeyden önce, ruh sağlığının, eğitimin ayrılmaz
bir parçası ve amacı olduğunu kavramış kişidir. Bu bakımdan, iyi öğretmen
sınıftaki öğrencilerini kıyasıya bir yarışa itmez. Bir iki öğrenciyi, en
çalışkan, en beğenilen, gözde öğrenci diye seçip çocukların erişemeyeceği bir
örnek olarak ileri sürmez. Başarısız öğrencileri de destekler ve gelişme
gördükçe övgüsünü esirgemez. Öğrencileri birbirleriyle açıktan karşılaştırmanın
sakıncalı olduğunu bilir. Öğrencinin başarısızlık nedenleri üzerinde durur
düşünür, araştırır ve aile ile işbirliği yapar.
Okul çağı çocukları arasında yapılan
araştırmalarda, öğrencilerin ortalama yüzde onunun çeşitli ruhsal uyumsuzluk
gösterdiği saptanmıştır. Bunlar okul öncesinden başlayıp, okulda sürüp giden
uyumsuzluklardır. Uygun olmayan bir öğretim ortamı ve yanlış öğretmen tutumları
bu uyumsuzlukları belirginleştirir. İyi öğretmen, bu tür sorunları olan
öğrencilerle olumlu ilişkiler kurabilirse ruhsal uyumlarını artırabilir,
başarılarını yükseltebilir.